Drop Down MenusCSS Drop Down MenuPure CSS Dropdown Menu

30 Mayıs 2014 Cuma

San Sebastián

San Sebastián… Hakkında fazla şey bilmeden gittiğim, gidince de âşık olduğum şehirlerden. Bu güzel şehri size nasıl anlatsam, neresinden başlasam bilemiyorum. Evvela genel bilgileri vereyim şehirle ilgili. San Sebastián, İspanya’nın kuzeyinde, özerk Bask Bölgesi sınırları içinde yer alıyor. Gipuzkoa ilinin merkezi. Şehrin Baskça adı Donostia. Çoğu haritada ve broşürde bu ada da rastlayabilirsiniz. İki ayrı şehir değil; ikisi de aynı yer. Fransa sınırına oldukça yakın bir konumda bulunuyor San Sebastián. Merkez nüfusu 185 bin dolaylarında.

San Sebastián'ın havadan görünümü ve şehrin önemli noktaları

 San Sebastián’a gidiş

San Sebastián’a nasıl gidilir peki… Şehrin küçük bir havalimanı var ama uluslararası uçuş yok. Madrid ve Barselona başta olmak üzere bazı İspanyol kentlerinden uçuşlar yapılıyor. En yakın uluslararası havalimanı Bilbao’da. İstanbul’dan doğrudan uçuşlar var. Bilbao’dan San Sebastián’a ulaşmak içinse iki seçeneğiniz var. Otobüs ve demiryolu.

Tren, pek tercih edilmemesi gereken bir ulaşım aracı İspanya’da. Hem daha uzun sürüyor, hem de otobüsten daha pahalı! Bilbao’nun “Termibús” dedikleri otogarından otobüse atlayarak yaklaşık 75 dk’lık bir yolculuğun ardından San Sebastián’a varabilirsiniz. Biletler 6,5 avro civarıydı. Yolculuk öncesi otogardaki gişelerden ya da otomatlardan alınabiliyor. İspanya’nın en ünlü otobüs firması ALSA. Bu bağlantıya tıklayarak sitelerine ulaşabilir ve otobüs saatlerini görebilirsiniz.  

San Sebastián’ın otogarı şehiriçinde ama otellerin yoğunlaştığı asıl tarihî merkeze biraz uzak. Birçok otobüs hattı var. Otelinizin bulunduğu semtten hangi otobüsün geçtiğini öğrenerek bunlardan birine binebilirsiniz. Şehrin tramvay ve metrosu yok. Zaten şehir küçük. Özellikle tarihî kısım (Casco Viejo) tamamen yürünerek gezilebilir. Ünlü kumsallara ve tepelere gitmek isterseniz otobüse gereksinim duyabilirsiniz ama o manzarada yürümek varken kim neden otobüslere tıkılsın ki?

Urgull Tepesi, Santa Clara Adası, La Concha Koyu ve Kumsalı

Bir doğa ve deniz şehri

San Sebastián, tarih ve kültür turizmi için gelenleri ne ölçüde tatmin eder bilemiyorum. Eşsiz güzellikle yapılar, mabetler, değerli koleksiyonlara evsahipliği yapan müzeler falan bekliyorsanız, San Sebastián’a gitmeyin bence. San Sebastián bir doğa ve deniz şehri. Tanrı burayı özenerek yaratmış olmalı. Her doğal güzellikten bir tane kullanılmış burada. Muhteşem bir deniz, altın sarısı kumsallar, koylar, adacıklar, küçük ölçekli bir haliç, bir akarsu, yemyeşil tepeler, yokuşlar, düzlükler… Bir şehri güzel yapabilecek her ayrıntı var San Sebastián’da. Buraya gelip de güzelliğine hayran olmadan dönen olursa, fena kavga ederim onunla. Bu şehirde geçirdiğim 3 gün, İspanya’daki en güzel zamanlarım arasında yerini aldı.

Plaza de Constitución. Odamızın penceresi görünüyor!
Dünyanın dört bir yanından turist var. Okyanusa kıyısı olduğu için sörfçülerin en gözde mekânlarından. San Sebastián’da özellikle yaz sezonunda yer bulmak çok zor. Biz de otel bulma işini son ana bıraktığımız için biraz sorun yaşadık. En sonunda dairelerini pansiyon hâline getiren yaşlı bir çiftten bir oda kiraladık. Eski İspanyol evleri devasa büyüklükte olabiliyor. 250-300 metrekarelik yüksek tavanlı evler hiç de şaşılacak şeyler değil İspanya’da. Her oda doluydu neredeyse. Evin sahibi ise tam bir Türk dostuydu. Nereden geldiğimizi öğrenince: “Ooo Atatürk’ün ülkesi. Benim dostum o” dedi. Önce “gerçekten Atatürk’le tanıştı herhâlde” diye düşünürken, adamın taş çatlasın 75 yaşında olduğunu hesaba katınca bunun mümkün olamayacağını anladım. Sadece Atatürk’e uzaktan hayran, aydın bir adamdı.

Kaldığımız yer tarihî kısımda, Plaza de Constitución’da idi. Odamızın penceresinden, fırdolayı kafe ve restoranlarla dolu bu küçük meydanı izlemeye öyle daldık ki, odadan çıkıp şehri keşfetmek aklımıza bile gelmedi. Nice sonra, karnımız ilk acıkma belirtilerini göstermeye başlayınca nihayet kendimizi sokağa attık. Ben hâlâ o meydanda takılı kaldığım için, orada yiyecek bir yer bakıyordum. Ama arkadaşlarım beni sürükleyerek de olsa uzaklaştırdı. O güzel, daracık sokaklarda kaç kez gidip gelmişizdir bilmiyorum. Her yer insan kaynıyor. Barlar, restoranlar, kafeler… İnsanlar dışarı taşmış. Hepsi mutlu, hepsi hâlinden hoşnut. Şehrin enerjisi yüksek bir kere. İnsan burada nasıl sıkılsın ki?

Ne yenir?

Envaiçeşit pintxo
San Sebastián’da insan aç kalmaz. İspanya’nın mutfağıyla en ünlü şehirlerinden biri. Bask yemeklerinin beşiği. Fransızların çıkardığı bir restoran değerlendirme sistemi vardır: “Michelin Yıldızı” diye. Tüm dünyada çok saygın bir şey olarak görülüyor Michelin Yıldızı sahibi olmak. Michelin Yıldızlı restoran sayısı en fazla olan şehir San Sebastián’mış dünyada; ama tabii biz öğrenci bütçemizle buraların ancak önünden geçebilirdik! O yüzden fiyat olarak çok daha ucuz; ancak lezzet olarak Michelin Yıldızlı yerlerden hiç aşağı kalmayan, sokak aralarındaki mekânlarda bol bol pintxo yedik. (pinço diye telaffuz ediliyor; Baskçada tx=ç) Pintxo’lar, İspanyolların “Tapas” dedikler meşhur atıştırmalıklarının Bask yorumu bir nevi. Bir dilim ekmek üzerine bir ya da birkaç malzeme koyarak hazırladığınız her şey tapas oluyor. Et, balık, diğer deniz ürünleri, kızartılmış ya da çiğ sebzeler, zeytin, peynir… aklınıza hayalinize gelebilecek her şey olabilir. Genelde İspanya’da et ürünleri sığır değil domuz etinden yapılıyor. Eğer domuz eti yemiyorsanız, etli pintxo veya tapas sipariş ederken dikkatli olun.  Tapas ile pintxo arasındaki tek fark şu: tapas’ta malzeme ekmeğin üstüne öylece koyuluyor, pintxo’da bir kürdanla tutturuluyor. Bunları aslında İspanyollar karın doyurmak için değil, dışarıda içki içerken atıştırmalık olarak yiyor. Her barda mutlaka tapas ya da pintxo servis edilir. Her birimiz farklı bir çeşit pintxo tabağı sipariş ettik; sonra onları aramızda değiştirip afiyetle yedik. Beni tabii kesmedi. Bıraksalar daha kim bilir kaç tane daha götürürdüm! Daha sonraki akşamlar, envaiçeşit balık ve deniz ürününü tattık. Paella denen içinde deniz ürünlerinin, hatta etin bulunduğu pilav benim her zaman favorim olarak kalacak.

Bask içkilerine gelince... Kendilerine has Txakoli dedikleri bir beyaz şarapları ve Patxaran dedikleri güvemeriğinden yapılan bir tür likörleri var. Eşit oranda şarapla kolayı karıştırarak hazırlanan Kalimotxo adında bir içecekleri daha bulunuyor ki, değil denemek, ağzıma bile sürmedim. Bunu daha ziyade kolayı ve şarabı süpermarketten satın alarak kendiniz hazırlıyor ve sokakta dolaşırken içiyorsunuz. Gece vakti neredeyse bütün gençlerin elinde görebilirsiniz. 

Şehri keşif

Belediye binası
Şehrin dar sokaklarında insanlara değe değe yürümekten daralmış olacağız ki, karşımıza gelen ilk geniş ve ferah yere kendimizi attık. Meğer belediye binasının arkasına çıkmışız. Bugün denize gitmeyeceğimiz için, denize şöyle göz ucuyla bir bakıp belediye binasının önüne dolaştık. Çok güzel bir bina. Buranın da çevresi insan kaynıyor. Önünde kocaman bir park var. Bunca gelgeç turistin arasında şehrin yerlileri günlük yaşamlarını sürdürüyor. Köpeklerini gezdirenler, kaykayla kayanlar, koşu ve yürüyüşe çıkanlar, pusetleriyle bebeklerini gezdirenler… Belediye binasının olduğu yerden itibaren şehrin dokusu da hafiften değişiyor. Şehrin çekirdeğini oluşturan o en eski tarihî kısmın sokakları çok daha dar, evler çok daha sıkışık. Buralarda ise eşit büyüklükte dörtgen parsellere ayrılmış, dama tahtası gibi bir şehir başlıyor. Bask-İspanyol sorununu az çok biliyorsunuzdur. Burada değinip tadınızı kaçırmayayım ama Bask Bölgesi, İspanya’nın diğer bölgelerine göre çok zengin. Zaten binalardan tutun da, insanların giyim kuşamına kadar her şeyden belli oluyor bu zenginlik. Ben hayatımda gördüğüm en güzel apartmanlara Bask Bölgesi’nde rastladım. Bu yönüyle San Sebastián bir başka güzeldi.
 
Buen Pastor Katedrali
İşte bu güzel caddelerde yürürken, elimizde rehber ya da harita olmadığı için tamamen tesadüfî, şehrin katedralinin kulesini gördük. Hemen bulunduğu tarafa seğirttik ve Buen Pastor Katedrali’ni ziyaret ettik. Gotik tarza sahip, 1897’de yapımı tamamlanmış ve kilise olarak hizmete girmiş. 1949’da San Sebastián’a bir başpiskopos atanınca, başpiskoposun makamı olması için kiliseye katedral payesi verilmiş. (Gotik-Roman mimari tarzının ayrımı için bu yazımı; kilise-katedral ayrımı içinse şu yazımı okuyabilirsiniz) Bu kadar yeni olduğu için, süslemeler bakımından pek zengin değil. Hele içi, çok daha sade. İçindeki en çarpıcı ayrıntı, cam bir tabut içine tüller ve dantellerle yerleştirişmiş yaralı Hz. İsa heykeliydi. Bütün İspanyol kiliselerinde gördüm bunu. İnançlı kadınlar kilisede bir emekleri bulunsun, kiliseyi azıcık güzelleştirebilsinler diye evde danteller, kanaviçeler işleyip, kiliseyi süslüyorlar bunlarla.

Katedralden çıkıp bir süre da ilerledik ama kent merkezinden uzaklaştıkça görmeye değer şeyler gitgide azalmaya başlamıştı. Bir parka vardık ve burada Urumea Nehri’yle karşılaştık. Mundaiz Köprüsü’nü geçerek nehir kıyısı boyunca gerisin geriye şehir merkezine yürümeye başladık. Maria Cristina Köprüsü’nün başındaki kulecikler birer sanat eseriydi. Fotoğraf çekindikten sonra nehrin karşı yakasındaki evleri izleye izleye yürümeye devam ettik. Bu kez Santa Catalina Köprüsü’ne geldik. Bu daha sade bir köprü ama yine de güzel. Başka ülkelerle kıyaslayıp Türkiye’yi küçümseyenlerden hiç hazzetmem ama bu köprüleri görünce bizim koskoca İstanbul’un Unkapanı Köprüsü aklıma gelmedi değil hani. Bu köprüyü de bırakıp yola devam etiğimizde, nehir okyanusla kavuşmadan önceki son köprüye varıyoruz. Kursaal Köprüsü. Bu da çok güzel bir köprü ve adını burda bulunan ünlü kongre merkezi, Kursaal Sarayı’ndan (Palacio Kursaal) alıyor. Çağdaş mimarinin ürünü olan bu bina, çoktan San Sebastián’ın simgelerinden biri olmuş bile. Biz vardığımızda çevrede bir kalabalık, bir hareket vardı. Meğer o gece açıkhava konseri olacakmış. İnsanlar hemen arkadaki Zurriola Plajı’nda denize girerek konser saatini bekliyorlardı. Acaba yeryüzünde kaç şehirde böyle bir şey olabilir?

Kursaal Köprüsü ve Kursaal Sarayı'nın gece görüntüsü

Zurriola Plajı ve San Telmo Müzesi

Zurriola Plajı demiştik. Bu, San Sebastián’da denizle ilk yakından karşılaşmamız oldu. Deniz dediğime bakmayın siz, San Sebastián Atlas Okyanusu kıyısında. Bildiğiniz okyanus. Gün içinde tüm kıyılarda 4 kez müthiş bir gelgit olayı yaşanıyor. Met yani kabarma olayı olduğunda kumsal oldukça daralıyor. Ay veya güneşin etkisiyle cezir yani çekilme gerçekleştiğinde ise sular öylesine geriliyor ki, suyun boyunuzu geçtiği yerlerde, kum üstüne yürüyorsunuz. Zurriola Plajı’nda o gün ayaklarımızı suya sokmakla yetindik ve bir daha oraya hiç uğramadık. Kursaal Köprüsü’nden karşıya geçtiğimizde yine Casco Viejo’ya, eski şehre geldik. Yön tabelalarında Museo de San Telmo’yu gördük. Nedir diye gittik. Çok eski çok köklü bir müzeymiş. İçinde arkeolojik eserlerden tutun da, güzel sanatlara kadar çok geniş bir koleksiyon varmış. Müzeler şehri Madrid’de geçirdiğimiz 10 günden sona arkadaşımla şöyle bir birbirimize baktık ve girmedik. Siz girmek isterseniz kısaca bilgi vereyim: bilet fiyatları tam 6, indirimli (öğrenci, 65 yaş+ ve 10+ gruplar) 3 avro. Salıdan pazara, sabah 10.00 ilâ akşam 20.00 arasında ziyaret edilebiliyor.

Monte Urgull

San Sebastián Limanı ve arkada Monte Urgull
Müzenin hemen arkasından Monte Urgull’a çıkış olduğunu öğrendik. Monte İspanyolcada dağ demek ama buraya bir tepe demek daha uygun aslında. Urgull Tepesi diyelim. Urgull Tepesi’nin zirvesinde küçük bir kale (Mota Kalesi) ve şehrin çoğu yerinden görülebilen 12 metrelik bir İsa heykeli var. Heykel 1950’de yerleştirilmiş. Kaleye otobüs çıkıyor ama biz kendimize güvendiğimiz için, yavaş yavaş da olsa yürüyerek tırmandık tepenin dolambaçlı yollarını. Zaten güneş de yakıcı etkisini yavaştan yitirmişti. Tepedeki kalemsi yapı, bir zamanlar şehrin güvenliğini sağlayan en önemli yapıymış. Pek çok kez kuşatılmış. İçinde küçük bir müze de vardı ama giriş ücretli miydi, değil miydi; öyleyse kaçaydı şimdi hatırlamıyorum. Zaten oraya kaleyi ya da dev heykeli görmeye çıkmıyor hiç kimse. Bunlar aşağıdan çok daha güzel görünüyor zaten. Urgull Tepesi’nin sunduğu asıl güzellik, müthiş şehir manzarası. Hele ki bizim gibi günbatımında çıktıysanız tadından yenmez!

Urgull’dan iniş için bir başka yolu seçtik. İndiğimiz yerde şehrin küçük limanıyla karşılaştık. Limanla ilgili aklımda kalan en önemli şey, suyun içinde yüzen kol kadar balıklardı. Limanın çevresinde çok sayıda balık lokantası ve hediyelik eşya dükkânı vardı. Bir tabelanın okları da akvaryum ve deniz müzesini işaret ediyordu. Akvaryumun methini daha önce de duymuştuk. Yarın yapılacaklar listesine bunları dâhil ederek, akşam yemeğini burada bir yerde yedik. Daha sonra hediyelik eşya dükkânlarında ve şehrin ışıl ışıl sokaklarında biraz oyalanıp odamıza geri döndük. 

İkinci gün

San Sebastián’daki ikinci günümüze biraz geç başladık. Geç kalktığımız için kahvaltıyla öğle yemeğini birleştirmeye karar vererek, doğruca yine limana gittik ve akvaryumun yolunu tuttuk. Akvaryumun binası dışarıdan bakıldığında pek küçük ve sade görünüyor. Girişleri soruyoruz. 12 avro diyorlar. Değecek mi diye tartışıyoruz kendi aramızda ve San Sebastián’a gittiğimizi duyanların tavsiyelerine güvenerek girmeye karar veriyoruz. Ben gerçi akvaryum ve hayvanat bahçelerine bayılırım. Nerde olsa severek ziyaret ederim ama hakkını yemeyeyim; bu da gerçekten güzel bir yerdi. 360 derecelik tüneli ürperticiydi. Sağınız, solunuz, üstünüz tamamen cam. Yürüdüğünüz platformda ise küçük pencereler var. Altınızı da görebiliyorsunuz. Üstünüzden köpekbalıkları, dev kaplumbağalar, vatozlar geçiyor. Bir de sinema perdesi büyüklüğünde dev bir camın önüne koyulmuş sıra koltuklarda oturup dinlenirken akvaryumu ve deniz canlılarını izleyebildiğiniz bir yer vardı. Orayı da çok sevmiştim. Akvaryumun yanısıra bir de deniz müzesi vardı. Burada dev balık iskeletleri, türlü türlü deniz canlılarını inceledikten sonra çıktık. Yaklaşık 2 saat sürdü akvaryum ve müze gezisi. 
La Concha Plajı

Çıkınca hemen karnımızı doyurup, o rüya gibi La Concha Plajı’na geldik. Önce şehirde görülmesi gereken yerleri görmeyi kararlaştırmış olduğumuz için denize ayağımızı bile sokmadan Ondarreta Plajı’na geçtik. Zurriola, La Concha ve Ondarreta plajları aslında yan yana sıralanmış üç güzel kumsal. Ama Zurriola Plajı, Urumea Nehri ve Urgull Tepesi aracılığıyla La Concha’dan; La Concha Plajı ise büyük bir kaya parçası aracılığıyla Ondarreta Plajı’ndan ayrılmış. El pico del Loro  dedikleri o kaya parçası sahil şeridi boyunca kesintisiz devam eden caddeyi de kesintiye uğrattığı için, bir tünelle bu dev kaya parçası delinmiş. Tam bu kayanın tepesinde Miramar Sarayı’nı (Palacio Miramar) görüyorsunuz. İspanya Kraliyet ailesi tarafından yaptırılmış müthiş güzellikte bir bina. Uzaktan fotoğraf çekerek yetiniyoruz ve Ondarreta Plajı’nın sonuna değin yürüyoruz. Burada şehrin bir diğer ünlü tepesi Monte Igueldo var.
 
Monte Igueldo'ya çıkan füniküler
Vardığımız noktada bir meydan ve bu meydanda füniküler istasyonu var. Fünikülere gidiş-dönüş biletin 3 avro gibi bir fiyatı var. Her 15 dakikada bir araç kalkıyor. Kırmızı şirin fünikülere binip ağaçlar arasından aheste aheste tepeye çıkıyoruz. Tepede bir gözlem kulesi ve 1900’lerin başında yapılmış tarihî bir lunapark olduğunu söylemiş miydim? Disneyland’ın ilkel bir çeşidi gibi!

Zaten tepede, şehrin eşsiz manzarasını bedava sunan bir seyir terası varken, ayrıca kuleye çıkmaya gerek görmedik. Lunaparkı ise epece turladık. Önce oyuncakların basitliğini görünce güldük ama yine de birkaçına binmeye karar verdik. Basit göründüğüne bakmayın, son derece heyecanlıydı! Şimdi bindiğimiz oyuncakların adını tam hatırlamıyorum ama korku evi, tren ve sulu bir oyuncağa binmiştik. Her oyuncak için farklı ücret kesiliyor. Genelde hepsi 2 ilâ 2,5 avro arası.
 
Denizi dinlerken...
Elimizde dönüş için füniküler bileti olmasına karşın, manzaranın keyfini sürmek için dolambaçlı yokuşlardan yürüyerek indik. İnişte sahilde bulunan El peine del Viento (Rüzgâr Tarağı) adlı çağdaş sanat eserini gördük. Genelde çağdaş sanat adı ürettikleri şey benim için hiçbir şey ifade etmez ama kayalara gömülmüş bu dev demir parçaları oldukça ilginçti. Eserin bulunduğu yerde zemine açılan deliklere eğilip denizi dinliyorsunuz. Bu da çok etkileyici bir deneyimdi. Burası artık şehrin simgesi olmuş. San Sebastián’da gitmeyi çok isteyip de gidemediğim yer Santa Clara Adası oldu. Burada eski bir denizfeneri ve yalnızca cezirde (deniz çekildiği zaman) ortaya çıkan çok güzel bir kumsalı varmış. Her otuz dakikada bir kalkan teknelerle ulaşım sağlanıyor. Motora dedikleri tekneler limanın oradan kalkıyor, bilet gişeleri yine orada. Tekne beni yalnızca adaya atsın diyorsanız 4 avro; yok bir de koyda tur yaptırsın derseniz 6 avro ödüyorsunuz. Biz çok niyetlendiysek de gidemedik. Bir bakıma iyi oldu… İşte San Sebastián’a yeniden gitmek için bir bahane işte!

Deniz keyfi ve dönüş

Met ve cezir arasındaki su farkı açıkça görülüyor
Buradan sonra San Sebastián’da deniz sefamız başladı. Değil çakıl taşı, deniz kabuğunu bile zor bulacağınız o güzelim ince kumlu altın sarısı kumsallarda 2 gün boyunca nasıl günümüzü gün ettiğimizi hiç anlatmayayım. Su biz Akdenizliler için epeyce soğuk. Neticede Türkiye’nin en kuzeydeki toprağı olan Sinop’tan bile daha kuzeyde San Sebastián. Denizde gelgit yaşandığında, bilhassa cezir (çekilme) varken dikkatli olmak gerekiyor. Deniz epeyce gerilediği için, yüzmek isterseniz çok açılmanız gerekiyor ve buralar çok derin olabilir. Deniz bazen fazla dalgalı olabileceğini unutmayın. Dilerseniz şezlong ve şemsiye kiralayabileceğiniz yerler var. Biz tek bir yerde sabit kalmadığımız için almadık. Tüm plajlarda tuvalet, duş, içmesuyu bulabileceğiniz yerler var. İspanya'da çıplaklık oldukça kabul görmüş bir şey. Plajda üstsüz güneşlenen kadınların yanısıra uluorta mayosunu değiştiren adamlar da görebilirsiniz. Uyarmadı demeyin!

San Sebastián 1 aylık Bask Bölgesi gezimizin sondan bir önceki durağıydı. Evi epeyce özlemiş, gezmekten de fazlasıyla yorulmuştuk. Giderayak iyi dinlendik bu güzel şehirde. Hepimiz o kadar sevdik ki, uçağa bineceğimiz Bilbao’ya ayaklarımız geri geri gider vaziyette yola çıktık. Deniz ve doğa seviyorsanız bu güzel şehri mutlaka ziyaret edin. Şu yazdıklarıma bir ilave de siz yapmak isterseniz lütfen yorumlarınızı eksik etmeyin! İyi gezmeler!

Bu yazıdaki bazı görseller https://commons.wikimedia.org/wiki/Ana_Sayfa adresinden alınmıştır.

1 yorum:

  1. Çok güzel anlatmışsınız. Hemen listeye alıyorum :) Teşekkürler.

    YanıtlaSil