San Sebastián… Hakkında
fazla şey bilmeden gittiğim, gidince de âşık olduğum şehirlerden. Bu güzel
şehri size nasıl anlatsam, neresinden başlasam bilemiyorum. Evvela genel
bilgileri vereyim şehirle ilgili. San Sebastián, İspanya’nın kuzeyinde, özerk
Bask Bölgesi sınırları içinde yer alıyor. Gipuzkoa ilinin merkezi. Şehrin
Baskça adı Donostia. Çoğu haritada ve broşürde bu ada da rastlayabilirsiniz.
İki ayrı şehir değil; ikisi de aynı yer. Fransa sınırına oldukça yakın bir
konumda bulunuyor San Sebastián. Merkez nüfusu 185 bin dolaylarında.
San Sebastián'ın havadan görünümü ve şehrin önemli noktaları |
San Sebastián’a nasıl
gidilir peki… Şehrin küçük bir havalimanı var ama uluslararası uçuş yok. Madrid
ve Barselona başta olmak üzere bazı İspanyol kentlerinden uçuşlar yapılıyor. En
yakın uluslararası havalimanı Bilbao’da. İstanbul’dan doğrudan uçuşlar var. Bilbao’dan
San Sebastián’a ulaşmak içinse iki seçeneğiniz var. Otobüs ve demiryolu.
Tren, pek tercih
edilmemesi gereken bir ulaşım aracı İspanya’da. Hem daha uzun sürüyor, hem de
otobüsten daha pahalı! Bilbao’nun “Termibús” dedikleri otogarından otobüse
atlayarak yaklaşık 75 dk’lık bir yolculuğun ardından San Sebastián’a
varabilirsiniz. Biletler 6,5 avro civarıydı. Yolculuk öncesi otogardaki
gişelerden ya da otomatlardan alınabiliyor. İspanya’nın en ünlü otobüs firması ALSA. Bu bağlantıya tıklayarak
sitelerine ulaşabilir ve otobüs saatlerini görebilirsiniz.
San Sebastián’ın otogarı
şehiriçinde ama otellerin yoğunlaştığı asıl tarihî merkeze biraz uzak. Birçok
otobüs hattı var. Otelinizin bulunduğu semtten hangi otobüsün geçtiğini
öğrenerek bunlardan birine binebilirsiniz. Şehrin tramvay ve metrosu yok. Zaten
şehir küçük. Özellikle tarihî kısım (Casco Viejo) tamamen yürünerek
gezilebilir. Ünlü kumsallara ve tepelere gitmek isterseniz otobüse gereksinim
duyabilirsiniz ama o manzarada yürümek varken kim neden otobüslere tıkılsın ki?
Urgull Tepesi, Santa Clara Adası, La Concha Koyu ve Kumsalı |
Bir doğa ve deniz şehri
San Sebastián, tarih ve
kültür turizmi için gelenleri ne ölçüde tatmin eder bilemiyorum. Eşsiz
güzellikle yapılar, mabetler, değerli koleksiyonlara evsahipliği yapan müzeler
falan bekliyorsanız, San Sebastián’a gitmeyin bence. San Sebastián bir doğa ve
deniz şehri. Tanrı burayı özenerek yaratmış olmalı. Her doğal güzellikten bir
tane kullanılmış burada. Muhteşem bir deniz, altın sarısı kumsallar, koylar,
adacıklar, küçük ölçekli bir haliç, bir akarsu, yemyeşil tepeler, yokuşlar,
düzlükler… Bir şehri güzel yapabilecek her ayrıntı var San Sebastián’da. Buraya
gelip de güzelliğine hayran olmadan dönen olursa, fena kavga ederim onunla. Bu
şehirde geçirdiğim 3 gün, İspanya’daki en güzel zamanlarım arasında yerini
aldı.
Dünyanın dört bir
yanından turist var. Okyanusa kıyısı olduğu için sörfçülerin en gözde
mekânlarından. San Sebastián’da özellikle yaz sezonunda yer bulmak çok zor. Biz
de otel bulma işini son ana bıraktığımız için biraz sorun yaşadık. En sonunda dairelerini
pansiyon hâline getiren yaşlı bir çiftten bir oda kiraladık. Eski İspanyol
evleri devasa büyüklükte olabiliyor. 250-300 metrekarelik yüksek tavanlı evler
hiç de şaşılacak şeyler değil İspanya’da. Her oda doluydu neredeyse. Evin
sahibi ise tam bir Türk dostuydu. Nereden geldiğimizi öğrenince: “Ooo
Atatürk’ün ülkesi. Benim dostum o” dedi. Önce “gerçekten Atatürk’le tanıştı
herhâlde” diye düşünürken, adamın taş çatlasın 75 yaşında olduğunu hesaba
katınca bunun mümkün olamayacağını anladım. Sadece Atatürk’e uzaktan hayran,
aydın bir adamdı.
Kaldığımız yer tarihî
kısımda, Plaza de Constitución’da idi. Odamızın penceresinden, fırdolayı kafe
ve restoranlarla dolu bu küçük meydanı izlemeye öyle daldık ki, odadan çıkıp
şehri keşfetmek aklımıza bile gelmedi. Nice sonra, karnımız ilk acıkma
belirtilerini göstermeye başlayınca nihayet kendimizi sokağa attık. Ben hâlâ o
meydanda takılı kaldığım için, orada yiyecek bir yer bakıyordum. Ama
arkadaşlarım beni sürükleyerek de olsa uzaklaştırdı. O güzel, daracık
sokaklarda kaç kez gidip gelmişizdir bilmiyorum. Her yer insan kaynıyor.
Barlar, restoranlar, kafeler… İnsanlar dışarı taşmış. Hepsi mutlu, hepsi
hâlinden hoşnut. Şehrin enerjisi yüksek bir kere. İnsan burada nasıl sıkılsın
ki?
Ne yenir?
San Sebastián’da insan aç
kalmaz. İspanya’nın mutfağıyla en ünlü şehirlerinden biri. Bask yemeklerinin
beşiği. Fransızların çıkardığı bir restoran değerlendirme sistemi vardır:
“Michelin Yıldızı” diye. Tüm dünyada çok saygın bir şey olarak görülüyor
Michelin Yıldızı sahibi olmak. Michelin Yıldızlı restoran sayısı en fazla olan
şehir San Sebastián’mış dünyada; ama tabii biz öğrenci bütçemizle buraların
ancak önünden geçebilirdik! O yüzden fiyat olarak çok daha ucuz; ancak lezzet
olarak Michelin Yıldızlı yerlerden hiç aşağı kalmayan, sokak aralarındaki
mekânlarda bol bol pintxo yedik. (pinço diye telaffuz ediliyor; Baskçada tx=ç)
Pintxo’lar, İspanyolların “Tapas” dedikler meşhur atıştırmalıklarının Bask
yorumu bir nevi. Bir dilim ekmek üzerine bir ya da birkaç malzeme koyarak
hazırladığınız her şey tapas oluyor. Et, balık, diğer deniz ürünleri,
kızartılmış ya da çiğ sebzeler, zeytin, peynir… aklınıza hayalinize gelebilecek
her şey olabilir. Genelde İspanya’da et ürünleri sığır değil domuz etinden
yapılıyor. Eğer domuz eti yemiyorsanız, etli pintxo veya tapas sipariş ederken
dikkatli olun. Tapas ile pintxo arasındaki
tek fark şu: tapas’ta malzeme ekmeğin üstüne öylece koyuluyor, pintxo’da bir
kürdanla tutturuluyor. Bunları aslında İspanyollar karın doyurmak için değil,
dışarıda içki içerken atıştırmalık olarak yiyor. Her barda mutlaka tapas ya da
pintxo servis edilir. Her birimiz farklı bir çeşit pintxo tabağı sipariş ettik;
sonra onları aramızda değiştirip afiyetle yedik. Beni tabii kesmedi. Bıraksalar
daha kim bilir kaç tane daha götürürdüm! Daha sonraki akşamlar, envaiçeşit balık ve deniz ürününü tattık. Paella denen içinde deniz ürünlerinin, hatta etin bulunduğu pilav benim her zaman favorim olarak kalacak.
Bask içkilerine gelince... Kendilerine has Txakoli dedikleri bir beyaz şarapları ve Patxaran dedikleri güvemeriğinden yapılan bir tür likörleri var. Eşit oranda şarapla kolayı karıştırarak hazırlanan Kalimotxo adında bir içecekleri daha bulunuyor ki, değil denemek, ağzıma bile sürmedim. Bunu daha ziyade kolayı ve şarabı süpermarketten satın alarak kendiniz hazırlıyor ve sokakta dolaşırken içiyorsunuz. Gece vakti neredeyse bütün gençlerin elinde görebilirsiniz.
Bask içkilerine gelince... Kendilerine has Txakoli dedikleri bir beyaz şarapları ve Patxaran dedikleri güvemeriğinden yapılan bir tür likörleri var. Eşit oranda şarapla kolayı karıştırarak hazırlanan Kalimotxo adında bir içecekleri daha bulunuyor ki, değil denemek, ağzıma bile sürmedim. Bunu daha ziyade kolayı ve şarabı süpermarketten satın alarak kendiniz hazırlıyor ve sokakta dolaşırken içiyorsunuz. Gece vakti neredeyse bütün gençlerin elinde görebilirsiniz.
Şehri keşif
Şehrin dar sokaklarında
insanlara değe değe yürümekten daralmış olacağız ki, karşımıza gelen ilk geniş
ve ferah yere kendimizi attık. Meğer belediye binasının arkasına çıkmışız.
Bugün denize gitmeyeceğimiz için, denize şöyle göz ucuyla bir bakıp belediye
binasının önüne dolaştık. Çok güzel bir bina. Buranın da çevresi insan
kaynıyor. Önünde kocaman bir park var. Bunca gelgeç turistin arasında şehrin
yerlileri günlük yaşamlarını sürdürüyor. Köpeklerini gezdirenler, kaykayla
kayanlar, koşu ve yürüyüşe çıkanlar, pusetleriyle bebeklerini gezdirenler…
Belediye binasının olduğu yerden itibaren şehrin dokusu da hafiften değişiyor.
Şehrin çekirdeğini oluşturan o en eski tarihî kısmın sokakları çok daha dar,
evler çok daha sıkışık. Buralarda ise eşit büyüklükte dörtgen parsellere
ayrılmış, dama tahtası gibi bir şehir başlıyor. Bask-İspanyol sorununu az çok
biliyorsunuzdur. Burada değinip tadınızı kaçırmayayım ama Bask Bölgesi,
İspanya’nın diğer bölgelerine göre çok zengin. Zaten binalardan tutun da,
insanların giyim kuşamına kadar her şeyden belli oluyor bu zenginlik. Ben
hayatımda gördüğüm en güzel apartmanlara Bask Bölgesi’nde rastladım. Bu yönüyle
San Sebastián bir başka güzeldi.
İşte bu güzel caddelerde
yürürken, elimizde rehber ya da harita olmadığı için tamamen tesadüfî, şehrin
katedralinin kulesini gördük. Hemen bulunduğu tarafa seğirttik ve Buen Pastor Katedrali’ni
ziyaret ettik. Gotik tarza sahip, 1897’de yapımı tamamlanmış ve kilise olarak
hizmete girmiş. 1949’da San Sebastián’a bir başpiskopos atanınca, başpiskoposun
makamı olması için kiliseye katedral payesi verilmiş. (Gotik-Roman mimari tarzının ayrımı için bu yazımı; kilise-katedral ayrımı içinse şu yazımı okuyabilirsiniz) Bu kadar yeni olduğu
için, süslemeler bakımından pek zengin değil. Hele içi, çok daha sade. İçindeki
en çarpıcı ayrıntı, cam bir tabut içine tüller ve dantellerle yerleştirişmiş
yaralı Hz. İsa heykeliydi. Bütün İspanyol kiliselerinde gördüm bunu. İnançlı
kadınlar kilisede bir emekleri bulunsun, kiliseyi azıcık güzelleştirebilsinler
diye evde danteller, kanaviçeler işleyip, kiliseyi süslüyorlar bunlarla.
Katedralden çıkıp bir
süre da ilerledik ama kent merkezinden uzaklaştıkça görmeye değer şeyler
gitgide azalmaya başlamıştı. Bir parka vardık ve burada Urumea Nehri’yle karşılaştık.
Mundaiz Köprüsü’nü geçerek nehir kıyısı boyunca gerisin geriye şehir merkezine
yürümeye başladık. Maria Cristina Köprüsü’nün başındaki kulecikler birer sanat
eseriydi. Fotoğraf çekindikten sonra nehrin karşı yakasındaki evleri izleye
izleye yürümeye devam ettik. Bu kez Santa Catalina Köprüsü’ne geldik. Bu daha
sade bir köprü ama yine de güzel. Başka ülkelerle kıyaslayıp Türkiye’yi
küçümseyenlerden hiç hazzetmem ama bu köprüleri görünce bizim koskoca
İstanbul’un Unkapanı Köprüsü aklıma gelmedi değil hani. Bu köprüyü de bırakıp
yola devam etiğimizde, nehir okyanusla kavuşmadan önceki son köprüye varıyoruz.
Kursaal Köprüsü. Bu da çok güzel bir köprü ve adını burda bulunan ünlü kongre
merkezi, Kursaal Sarayı’ndan (Palacio Kursaal) alıyor. Çağdaş mimarinin ürünü
olan bu bina, çoktan San Sebastián’ın simgelerinden biri olmuş bile. Biz
vardığımızda çevrede bir kalabalık, bir hareket vardı. Meğer o gece açıkhava
konseri olacakmış. İnsanlar hemen arkadaki Zurriola Plajı’nda denize girerek
konser saatini bekliyorlardı. Acaba yeryüzünde kaç şehirde böyle bir şey
olabilir?
Kursaal Köprüsü ve Kursaal Sarayı'nın gece görüntüsü |
Zurriola Plajı ve San Telmo Müzesi
Zurriola Plajı demiştik.
Bu, San Sebastián’da denizle ilk yakından karşılaşmamız oldu. Deniz dediğime
bakmayın siz, San Sebastián Atlas Okyanusu kıyısında. Bildiğiniz okyanus. Gün
içinde tüm kıyılarda 4 kez müthiş bir gelgit olayı yaşanıyor. Met yani kabarma
olayı olduğunda kumsal oldukça daralıyor. Ay veya güneşin etkisiyle cezir yani
çekilme gerçekleştiğinde ise sular öylesine geriliyor ki, suyun boyunuzu
geçtiği yerlerde, kum üstüne yürüyorsunuz. Zurriola Plajı’nda o gün
ayaklarımızı suya sokmakla yetindik ve bir daha oraya hiç uğramadık. Kursaal
Köprüsü’nden karşıya geçtiğimizde yine Casco Viejo’ya, eski şehre geldik. Yön
tabelalarında Museo de San Telmo’yu gördük. Nedir diye gittik. Çok eski çok
köklü bir müzeymiş. İçinde arkeolojik eserlerden tutun da, güzel sanatlara
kadar çok geniş bir koleksiyon varmış. Müzeler şehri Madrid’de geçirdiğimiz 10
günden sona arkadaşımla şöyle bir birbirimize baktık ve girmedik. Siz girmek
isterseniz kısaca bilgi vereyim: bilet fiyatları tam 6, indirimli (öğrenci, 65
yaş+ ve 10+ gruplar) 3 avro. Salıdan pazara, sabah 10.00 ilâ akşam 20.00
arasında ziyaret edilebiliyor.
Monte Urgull
San Sebastián Limanı ve arkada Monte Urgull |
Müzenin hemen arkasından
Monte Urgull’a çıkış olduğunu öğrendik. Monte İspanyolcada dağ demek ama buraya
bir tepe demek daha uygun aslında. Urgull Tepesi diyelim. Urgull Tepesi’nin
zirvesinde küçük bir kale (Mota Kalesi) ve şehrin çoğu yerinden görülebilen 12
metrelik bir İsa heykeli var. Heykel 1950’de yerleştirilmiş. Kaleye otobüs
çıkıyor ama biz kendimize güvendiğimiz için, yavaş yavaş da olsa yürüyerek
tırmandık tepenin dolambaçlı yollarını. Zaten güneş de yakıcı etkisini yavaştan
yitirmişti. Tepedeki kalemsi yapı, bir zamanlar şehrin güvenliğini sağlayan en
önemli yapıymış. Pek çok kez kuşatılmış. İçinde küçük bir müze de vardı ama giriş
ücretli miydi, değil miydi; öyleyse kaçaydı şimdi hatırlamıyorum. Zaten oraya
kaleyi ya da dev heykeli görmeye çıkmıyor hiç kimse. Bunlar aşağıdan çok daha
güzel görünüyor zaten. Urgull Tepesi’nin sunduğu asıl güzellik, müthiş şehir
manzarası. Hele ki bizim gibi günbatımında çıktıysanız tadından yenmez!
Urgull’dan iniş için bir
başka yolu seçtik. İndiğimiz yerde şehrin küçük limanıyla karşılaştık. Limanla
ilgili aklımda kalan en önemli şey, suyun içinde yüzen kol kadar balıklardı.
Limanın çevresinde çok sayıda balık lokantası ve hediyelik eşya dükkânı vardı.
Bir tabelanın okları da akvaryum ve deniz müzesini işaret ediyordu. Akvaryumun
methini daha önce de duymuştuk. Yarın yapılacaklar listesine bunları dâhil
ederek, akşam yemeğini burada bir yerde yedik. Daha sonra hediyelik eşya
dükkânlarında ve şehrin ışıl ışıl sokaklarında biraz oyalanıp odamıza geri
döndük.
İkinci gün
San Sebastián’daki ikinci
günümüze biraz geç başladık. Geç kalktığımız için kahvaltıyla öğle yemeğini
birleştirmeye karar vererek, doğruca yine limana gittik ve akvaryumun yolunu
tuttuk. Akvaryumun binası dışarıdan bakıldığında pek küçük ve sade görünüyor.
Girişleri soruyoruz. 12 avro diyorlar. Değecek mi diye tartışıyoruz kendi
aramızda ve San Sebastián’a gittiğimizi duyanların tavsiyelerine güvenerek
girmeye karar veriyoruz. Ben gerçi akvaryum ve hayvanat bahçelerine bayılırım.
Nerde olsa severek ziyaret ederim ama hakkını yemeyeyim; bu da gerçekten güzel
bir yerdi. 360 derecelik tüneli ürperticiydi. Sağınız, solunuz, üstünüz tamamen
cam. Yürüdüğünüz platformda ise küçük pencereler var. Altınızı da
görebiliyorsunuz. Üstünüzden köpekbalıkları, dev kaplumbağalar, vatozlar
geçiyor. Bir de sinema perdesi büyüklüğünde dev bir camın önüne koyulmuş sıra
koltuklarda oturup dinlenirken akvaryumu ve deniz canlılarını izleyebildiğiniz
bir yer vardı. Orayı da çok sevmiştim. Akvaryumun yanısıra bir de deniz müzesi
vardı. Burada dev balık iskeletleri, türlü türlü deniz canlılarını inceledikten
sonra çıktık. Yaklaşık 2 saat sürdü akvaryum ve müze gezisi.
La Concha Plajı |
Çıkınca hemen
karnımızı doyurup, o rüya gibi La Concha Plajı’na geldik. Önce şehirde
görülmesi gereken yerleri görmeyi kararlaştırmış olduğumuz için denize
ayağımızı bile sokmadan Ondarreta Plajı’na geçtik. Zurriola, La Concha ve
Ondarreta plajları aslında yan yana sıralanmış üç güzel kumsal. Ama Zurriola
Plajı, Urumea Nehri ve Urgull Tepesi aracılığıyla La Concha’dan; La Concha
Plajı ise büyük bir kaya parçası aracılığıyla Ondarreta Plajı’ndan ayrılmış. El
pico del Loro dedikleri o kaya parçası sahil
şeridi boyunca kesintisiz devam eden caddeyi de kesintiye uğrattığı için, bir
tünelle bu dev kaya parçası delinmiş. Tam bu kayanın tepesinde Miramar
Sarayı’nı (Palacio Miramar) görüyorsunuz. İspanya Kraliyet ailesi tarafından
yaptırılmış müthiş güzellikte bir bina. Uzaktan fotoğraf çekerek yetiniyoruz ve
Ondarreta Plajı’nın sonuna değin yürüyoruz. Burada şehrin bir diğer ünlü tepesi
Monte Igueldo var.
Vardığımız noktada bir
meydan ve bu meydanda füniküler istasyonu var. Fünikülere gidiş-dönüş biletin 3
avro gibi bir fiyatı var. Her 15 dakikada bir araç kalkıyor. Kırmızı şirin
fünikülere binip ağaçlar arasından aheste aheste tepeye çıkıyoruz. Tepede bir
gözlem kulesi ve 1900’lerin başında yapılmış tarihî bir lunapark olduğunu
söylemiş miydim? Disneyland’ın ilkel bir çeşidi gibi!
Zaten tepede, şehrin
eşsiz manzarasını bedava sunan bir seyir terası varken, ayrıca kuleye çıkmaya
gerek görmedik. Lunaparkı ise epece turladık. Önce oyuncakların basitliğini
görünce güldük ama yine de birkaçına binmeye karar verdik. Basit göründüğüne
bakmayın, son derece heyecanlıydı! Şimdi bindiğimiz oyuncakların adını tam
hatırlamıyorum ama korku evi, tren ve sulu bir oyuncağa binmiştik. Her oyuncak
için farklı ücret kesiliyor. Genelde hepsi 2 ilâ 2,5 avro arası.
Elimizde dönüş için
füniküler bileti olmasına karşın, manzaranın keyfini sürmek için dolambaçlı
yokuşlardan yürüyerek indik. İnişte sahilde bulunan El peine del Viento (Rüzgâr
Tarağı) adlı çağdaş sanat eserini gördük. Genelde çağdaş sanat adı ürettikleri
şey benim için hiçbir şey ifade etmez ama kayalara gömülmüş bu dev demir
parçaları oldukça ilginçti. Eserin bulunduğu yerde zemine açılan deliklere
eğilip denizi dinliyorsunuz. Bu da çok etkileyici bir deneyimdi. Burası artık
şehrin simgesi olmuş. San Sebastián’da gitmeyi çok isteyip de gidemediğim yer
Santa Clara Adası oldu. Burada eski bir denizfeneri ve yalnızca cezirde (deniz
çekildiği zaman) ortaya çıkan çok güzel bir kumsalı varmış. Her otuz dakikada
bir kalkan teknelerle ulaşım sağlanıyor. Motora dedikleri tekneler limanın
oradan kalkıyor, bilet gişeleri yine orada. Tekne beni yalnızca adaya atsın
diyorsanız 4 avro; yok bir de koyda tur yaptırsın derseniz 6 avro ödüyorsunuz.
Biz çok niyetlendiysek de gidemedik. Bir bakıma iyi oldu… İşte San Sebastián’a
yeniden gitmek için bir bahane işte!
Deniz keyfi ve dönüş
Met ve cezir arasındaki su farkı açıkça görülüyor |
Buradan sonra San Sebastián’da deniz sefamız başladı. Değil çakıl taşı,
deniz kabuğunu bile zor bulacağınız o güzelim ince kumlu altın sarısı
kumsallarda 2 gün boyunca nasıl günümüzü gün ettiğimizi hiç anlatmayayım. Su biz Akdenizliler
için epeyce soğuk. Neticede Türkiye’nin en kuzeydeki toprağı olan Sinop’tan
bile daha kuzeyde San Sebastián. Denizde gelgit yaşandığında, bilhassa cezir
(çekilme) varken dikkatli olmak gerekiyor. Deniz epeyce gerilediği için, yüzmek
isterseniz çok açılmanız gerekiyor ve buralar çok derin olabilir. Deniz bazen
fazla dalgalı olabileceğini unutmayın. Dilerseniz şezlong ve şemsiye
kiralayabileceğiniz yerler var. Biz tek bir yerde sabit kalmadığımız için
almadık. Tüm plajlarda tuvalet, duş, içmesuyu bulabileceğiniz yerler var. İspanya'da çıplaklık oldukça kabul görmüş bir şey. Plajda üstsüz güneşlenen kadınların yanısıra uluorta mayosunu değiştiren adamlar da görebilirsiniz. Uyarmadı demeyin!
San Sebastián 1 aylık
Bask Bölgesi gezimizin sondan bir önceki durağıydı. Evi epeyce özlemiş,
gezmekten de fazlasıyla yorulmuştuk. Giderayak iyi dinlendik bu güzel şehirde.
Hepimiz o kadar sevdik ki, uçağa bineceğimiz Bilbao’ya ayaklarımız geri geri
gider vaziyette yola çıktık. Deniz ve doğa seviyorsanız bu güzel şehri mutlaka
ziyaret edin. Şu yazdıklarıma bir ilave de siz yapmak isterseniz lütfen
yorumlarınızı eksik etmeyin! İyi gezmeler!
Bu yazıdaki bazı görseller https://commons.wikimedia.org/wiki/Ana_Sayfa adresinden alınmıştır.
Çok güzel anlatmışsınız. Hemen listeye alıyorum :) Teşekkürler.
YanıtlaSil