Lozan,
Léman Gölü kıyısındaki onlarca şehirden biri. Nüfusu 136 bin dolaylarında.
Çevresindeki belediyelerle birlikte 350 bine yaklaşıyor. İçinde bulunduğu Vaud
kantonunun başkenti. İsviçre’nin Fransızca konuşulan bölgesinde yer alıyor.
Şehrin kendi havalimanı yok. En yakın havalimanı Cenevre’de. Cenevre – Lozan arası
trenle yaklaşık 45 dakikada alınıyor. Roma, Milano, Venedik ve Paris kalkışlı
tren seferleri de var. Biz özel aracımızla Cenevre’den hareket ettik. 65
kilometrelik yolun yarısını otoyol kullanarak, yarısını göl kenarında gelerek yaklaşık 1 saatte aldık. Şehre girer girmez
bizi boğucu bir trafik karşıladı. Gördüğümüz ilk otoparka arabamızı bırakıp
kendimizi yollara vurduk. İlk işimiz turizm ofisinden harita almak oldu. Tren
garında ve göl kıyısındaki Ouchy semtinde olmak üzere 2 adet turizm danışma
ofisi var.
Lozan
yokuşlar ve merdivenler şehri. Neredeyse İstanbul’la yarışır. Bu kadar güzel
merdivenlerle herhâlde çok nadir karşılaşılır. İnsanın çıktıkça çıkası geliyor!
Mimari özellikler olarak pek benzemese de bana Cihangir’in, Pürtelâş’ın,
Fındıklı’nın, Karaköy’ün sokaklarını ve merdivenlerini anımsattı Lozan’ın
yolları.
Lozan Katedrali |
Saint-Marie Şatosu |
Bu
yapıların hepsi katedralin çevresinde bulunuyor. Şehre hâkim bir tepe üzerine
kurulan katedralin avlusu da bir o kadar güzel manzaralar sunuyor. Bol bol
fotoğraf çekinmenizi öneririm. İşiniz bittikten sonra ise kesinlikle ve
kesinlikle Marché merdivenlerini kullanarak aşağı inin. Katedralin avlusundan
başlayarak Palud Meydanı’na inen bu tarihî merdivenlerin bitmesini hiç
istemeyeceksiniz. Palud Meydanı küçük ama çok renkli bir mekân. Lozan Belediye
Başkanlığı binası burada bulunuyor. Çiçeklerle bezenmiş, eski ve şirin bir
bina. Meydanın orta yerinde ufak ama göze hitap eden bir havuz var. Meydan her
daim hareketli ve renkli bir nokta. Trafiğe kapalı. Dahası, yayalaştırılmış pek
çok cadde bu meydana açılıyor. Bu caddeler arasında bir nevi geçit görevi
görüyor.
Palud Meydanı'na çıkan bir cadde |
Palud
Meydanı’nda işimizi bitirip sabırsızlıkla görmeyi en çok istediğimiz yer olan
Rumine Sarayı’na doğru yürümeye başlıyoruz… Bir Rus prensi tarafından yapılan
yüklü bir bağışla inşa edilen bu saray Lozan’ın en güzel binalarından. Adının
saray olduğuna bakmayın, içinde şimdiye dek ne bir kral, ne de bânisi olan
prens yaşamış. Yapıldıktan sonra bir süre üniversite olarak hizmet vermiş. 1980
yılında yer darlığı nedeniyle üniversite yeni yerleşkesine taşınmış. Bina boş
kalmamış tabii. Bugün Vaud Kantonu’nun parlamentosuna, Lozan Üniversitesi’nin 3
ana kütüphanesinden birine ve 5 müzeye ev sahipliği yapıyor. Bunlar: Güzel
Sanatlar Müzesi, Arkeoloji ve Tarih Müzesi, Para Müzesi, Lozan Jeoloji Müzesi
ve Zooloji Müzesi. Özellikle en üst katta yer alan Zooloji Müzesi’nde uzun
vakit harcayacağınızdan eminim. Meşhur
Lozan Antlaşması’nın imzalandığı yer de burası. İsmet İnönü’nün de bu
merdivenlerden nasıl bir ruh hâliyle çıkmış olduğunu, antlaşmadan sonra
bizimkilerin nasıl sevinçle indiğini hayal ettim. Acaba bu koca salonlardan
hangisinde atılmıştı imzalar… Sormayı çok istesem de muhatap bulamadım. Rumine
Sarayı’ndan ayrılmam çok zor oldu…
Lozan Antlaşması'nın imzalandığı Rumine Sarayı |
Lozan’ın
merkezi göl kıyısına oldukça uzak. Metroya binmek şart gibi. Göl kıyısındaki
Ouchy semtine inmeden önce haritamızda işaretlediğimiz ama bir türlü yakınından
geçemediğimiz için göremediğimiz birkaç yapıyı daha görmeye karar verdik. Ale
Kulesi. Bizim Galata Kulesi gibi, yapıların arasına sıkışmış kalmış, bir
zamanlar şehri koruyan surların yegâne kalıntısı. Kapısında kocaman bir zincir,
ziyarete kapalı. Hoş açık olsa da gözlem yapacak balkonu yok. Çok sade, 20-30
metre yüksekliğinde bir yapı. Yeni şeyler görmek güzel ama yolumuzu değiştirip
buralara kadar geldiğimize değdi mi; o tartışılır. St. François ve Notre Dame Katolik
kiliseleri de görülmese de olacak cinsten, yalın ve süssüz iki tipik İsviçre
mabedi. Yalnız St. François Kilisesi’nin önündeki St. François Meydanı iş çıkış
saatine denk geldiğimizden midir bilmem böylesi küçük bir şehirden beklenmeyecek
kadar kalabalıktı. İnsan kalabalığını zar zor yararak aracımızın bulunduğu
otoparka ulaştık. Merkezden biraz uzaklaşıp, göl kıyısındaki semtlere
gideceğiz.
Ale Kulesi |
Ouchy’ye
varıyoruz. Hani yine şu tarih derslerinden hatırlayacağınız ve sonucunda Trablusgarp,
Bingazi ve Oniki Adaları elden çıkardığımız meşhur Uşi Antlaşması adını Ouchy
semtinden alıyor. Ouchy’nin görülmesi gereken belli başlı binaları var.
Bunlardan ilki Ouchy Şatosu. 1100’lü yıllardan beri yerinde bir şato
olduğu kayıtlarda geçiyormuş. Yıllar boyunca yıkılıp yeniden yapılmış. En son
bir zengin, eski şatoyu (bazı bölümlerini koruyarak) tamamen yıkmış ve yerine otel
yaptırmış. Yapı günümüzde hâlâ otel olarak hizmet veriyor. Uzaktan resim
çekmekle yetindik ve Olimpiyat Müzesi’ne doğru yol aldık.
Olimpiyat
Oyunları’nı yeniden insanlığa kazandıran Baron Pierre de Coubertin, 1915
yılında Lozan’ı Olimpiyat başkenti olarak seçmiş. Günümüzde Uluslararası Olimpiyat
Komitesi hâlen Lozan’da yer alıyor. Tüm Olimpiyat dallarının yönetim birimleri;
bunun yanısıra 44 uluslararası spor organizasyonu ve federasyonu genel
merkezlerini Olimpiyat başkenti Lozan’da kurmayı uygun görmüş. Anlayacağınız
dünya sporunun kalbi Lozan’da atıyor.
Türünün
ilk ve tek örneği olan bir Olimpiyat Müzesi’ne ev sahipliği yapıyor Lozan.
Müze ne yazık ki 2014 yılına değin onarımdaymış. Biz göremedik. Umarım siz
gittiğinizde kapılarını tekrardan ziyaretçilerine açmış olur.
Son
olarak göl kıyısı boyunca uzunca bir yürüyüş yaparak Ouchy gezintimizi de
noktalıyoruz. Ouchy Lozan’daki son durağımız oluyor. Sauvabelin Gölü ve
Sauvabelin Ormanı’nın methini çok duysak da hiç vaktimiz kalmadı. Meraklısı
için kısaca açıklamak isterim, Sauvabelin Ormanı şehrin göbeğinde, çok değerli
bir alan. Bünyesinde asırlık ağaçlar ve pek çok canlı barındırıyormuş.
İçindeki yapay göl ise seyirlik manzaralar sunuyormuş. Kışın gölet donarmış,
Lozanlılar da maaile gelip donmuş göl yüzeyinde kayarlarmış. Ormanın kuzey
girişinde Vivarium dedikleri, görmeyi çok istediğim bir de hayvanat
bahçesi/müze var. Yalnızca sürüngenlere adanmış bu parkta hayvanlar, doğal
yaşam alanlarına en yakın biçimde dekore edilmiş bölmelerde sergileniyorlarmış.
Timsahlar, yılanlar, kertenkeleler, kaplumbağalar ve örümcekler arasında birkaç
saat geçirmek eminim harika olacaktır! Ama dediğim gibi hiç vaktimiz kalmadı. Gezi
planı şaşmamalı. Yola koyulmak gerek. Montrö bizi bekliyor.
Paylastiginiz icin tesekur ederim. Cok guzel
YanıtlaSil