İzmir'in simgesi Konak Saat Kulesi |
Ne şanstır ki, Pegasus'un şu meşhur "Uç Uç" kampanyalarından birine rastladım. Otobüs bileti ücretinin yarısından da ucuza, 22 TL'ye (gidiş-dönüş 44 TL) bir bilet aldım ve başladım yolculuk gününü beklemeye. Havayolu şirketleri kışın durgun sezonlardaki doluluk oranlarını artırmak amacıyla böylesi promosyonları sık sık yapar oldu. Size tavsiyem havayolu şirketlerinin İnternet sayfalarına düzenli olarak göz atmanız veya promosyonlardan haberdar olmak için bilgilendirme e-postalarına abone olmanız.
Gelelim yazımızın konusunu oluşturan günübirlik İzmir gezimize. Genel hatlarıyla açıklayacak olursam sabah 9.00 uçağıyla gidip, gün boyu İzmir'i yaya ve toplutaşıma araçlarıyla gezip, akşam 22.30 uçağıyla İstanbul'a geri döndüm. İzmir kent merkezini neredeyse eksiksiz gezip görmemin yanısıra, tüm bu gezi boyunca cebimden çıkan para her şey dâhil yaklaşık 100 TL oldu.
Ulaşım
İzmir Adnan Menderes Havalimanı'na gitmek için İstanbul Atatürk Havalimanı'ndan Pegasus Havayolları'nın PC2811 sefer sayılı uçuşuyla havalandım. Yukarıdada belirttiğim gibi gidiş-dönüş uçak bileti için 44 TL gibi gülünç bir rakam ödedim. Fakat İstanbul-İzmir arası mesafe oldukça kısa olduğunan promosyonsuz fiyatlar da oldukça uygun olabiliyor.
1 saatten az süren kısa bir yolculuğun ardından ulaştığımız İzmir Adnan Menderes Havalimanı'ndan kent merkezine ulaşmak çok ama çok kolay. İstanbul'dan alışık olduğumuz otobüslerin yanısıra, İzmir'de bir de tren var. Adnan Menderes Havalimanı, demiryoluyla (metro değil) şehir merkezine bağlı olan dünyanın az sayıdaki havalimanından biri. Modernize edilmiş konforlu trenlerle, İzmir'in banliyö hattı İZBAN, havalimanından şehir merkezine ulaşmanın en kolay yolu. Biletleri istasyonda alabiliyorsunuz. Duyduğuma göre son zamanlarda İzmir'de bilet üreten firma ile olan anlaşmazlıklardan dolayı tek kullanımlık biletlerin temininde sıkıntı yaşanabiliyormuş. Eğer satın alacak bilet bulamazsanız, kentkart kullanan İzmirlilerin birinden 2 TL karşılığında kartını kullanmayı rica edebilirsiniz. Bunun dışında, vapurlara, metroya ve otobüslere binerken de bu kartlardan yararlanacaksınız.
Havalimanından merkeze ulaşmak için Alsancak yönüne giden trenlere binmeniz gerekiyor. Ben, son durak olan Alsancak'a dek gittim. Alsancak'ta başlayan gezim Karataş semtinde sonlandı ve geri döndüm. Şimdi kısaca bu serüveni anlatmak istiyorum.
Gezi güzergâhı
Reyhan'daki mükellef kahvaltı sofram |
Yaşamımın ilk boyozunu burada tattığımı belirtmek isterim. İzmir'e İspanya'dan göç eden Musevilerin mirası ve armağanı olan boyoz, tat olarak katmeri andırsa da görünüş olarak epey değişik. Benim kahvaltı masama tadımlık bir adet gelse de, İzmirliler bu meredi 10'ar 10'ar alır eve, eşe-dosta götürürlermiş. Biz İstanbulluların simitle kaşar alıp gitmesi gibi.
Alsancak'tan Basmane'ye...
Basmane Garı |
Kemeraltı rezaleti
Kemeraltı ne yazık ki "brandalaraltı" olmuş |
Bu çarşı-pazar cehenneminin tek bir güzel noktası vardı. Kızlarağası Hanı. Özenle restore edilen bu ufak handa, hediyelik eşyacılar, sanat atölyeleri ve iç avlusunda ise geleneksel şirin kahveler vardı. Avlu aşırı kalabalık ve gürültülü olduğu için "mutlaka iç" dedikleri kumda kahvemi burada değil, hemen dışarıdaki kafeler/kahveler sokağındaki "Kumda Kahve" adlı bir mekânda içtim.
Kordon, Konak, Pasaport...
Pasaport İskelesi |
Şimdi sıra Pasaport iskelesinden vapura binip karşıya, Karşıyaka'ya geçmekteydi. Kendisini 35,5 olarak adlandıran, İzmir'den apayrı bir dünya olduğu söylenen bu yakayı oldukça merak ediyordum. Nitekim indiğimde İzmir'in Kadıköy'ü ya da Bakırköy'ü diyebileceğim bir semtle karşılaştım. Biliyorum, bir kenti bir diğerine benzetmek hoş değil ama gezginler bu karşılaştırmaları hep yapar. İzmir'deki hemen her semte İstanbul'dan bir alternatif buldum diyebilirim. Yeri geldikçe değinirim.
35,5 - Karşıyaka
Karşıyaka sahilindeki İzmir simgesi |
Buradan ileride bir şey olmadığı için geldiğim yolları tekrar etmemeye çalışarak geri Karşıyaka sahiline döndüm. Dönerken Kemalpaşa Caddesi'ne açılan ara sokakları incelemeye çalıştımsa da kaydadeğer herhangi bir şey göremedim.
Sahile varınca, deniz kıyısı boyunca batıya yürümeye başladım. Birkaç güzel köşk dışında kara tarafında görülmeye değer bir şey yoktu. Asıl manzara karşı tarafta, İzmir yakasındaydı. Karşıyaka'dan başlayıp Bostanlı'ya dek yürüdüm. Bostanlı'yı da İstanbul'un Bostancı'sına benzettiğimi söylesem çok mu ileri gitmiş olurum? :)
Körfezin kirli suları |
Konak'a kadar gelmişken, yine öneriler üzerine adını not ettiğim Can Döner'e gittim. Yalnızca döner satılan ve İzmir'in köklü mekânlarından olan bu restoranda ben İskender yemeyi seçtim. Fakat kusuruma bakmasınlar, ben hiç başarılı bulmadım. Yediğim İskenderler içinde oldukça alt sıralarda kalacak. Ayrıca fiyatlar bu kaliteye oranla oldukça ama oldukça yüksekti. Bu geç öğle yemeği fiyaskosundan sonra yediğim kötü İskenderi ve fahiş fiyatı sindirmek için biraz da yürümeye karar verdim.
Musevi İzmir ve Asansör
Asansör |
İzmir yakın zamana değin kaydadeğer bir Musevi nüfusa evsahipliği yapmış. Hâlen küçük de olsa bir Musevi cemaati şehirde kaim. Musevi cemaatine mensup Eski İzmirliler arasında kimler yok ki... Dario Moreno ve Enrico Macias bunlardan yalnızca ikisi... Karataş ise İzmir Musevilerinin geçmişte en yoğun yaşadığı semtlerden biriymiş. Bugün şehrin sinagoguna evsahipliği yapan semt yine Karataş.
Karataş, koskoca İzmir'de en çok sevdiğim semt oldu diyebilirim. Geçmişine ve sahip olduğu iki-üç katlı cumbalı evlere bakarak burayı da İstanbul'daki Kuzguncuk'la özdeşleştirebilirim ama bu kadarı sanırım haksızlık olacak. Karataş, tümüyüle nevi şahsına münhasır bir semt. Kıyı kesimiyle yukarı kesimleri arasında büyük bir rakım farkı olduğu için eskiden ulaşım çok ama çok zormuş. Bu nedenle 1907 yılında İzmirli hayırsever bir Musevi yurttaş buraya şehrin o ünlü asansörünü yaptırmış. Asansörü günümüzde İzmir Büyükşehir Belediyesi işletiyor ve kullanmak ücretsiz.
Yukarıda manzarası eşsiz olan bir kafe ve restoran var. Kafe bölümü o müthiş manzaraya karşın inanılmaz ölçüde vasat. Bir hastane kantini kadar özensiz. Ürünlerin tat ve sunumları düşleyebileceğiniz her türlü ölçütün de altında. Zaten tüm İzmirliler bunun farkında ve ağızbirliği etmişçesine bu söylediklerimi tekrarlıyorlar. Buraya tek geliş amaçları İzmir'i ve körfezi tepeden izlemek, günbatımına tanıklık etmek.
Burada, İzmir'deki tek tanıdığımla görüşme fırsatım oldu. Bir aile dostumuzun kızı olan Hilâl'le Asansör'ün müthiş manzarasına karşı öyle koyu bir sohbete dalmışız ki az kalsın dönüş uçağımı kaçıracaktım! Alelacele masamızdan kalkıp koştur koştur kendimizi bir İZBAN istasyonuna attık ve ben ucu ucuna da olsa 22.30 uçağına yetiştim.
Sonsöz
Elbette İzmir bundan ibaret değil. Görmediğim daha pek çok yer, pek çok semt olduğunu biliyorum. Ancak bir günlük bir gezi için oldukça verimli bir biçimde gezdiğimi düşünüyorum. Artık eş dost sohbetlerinde İzmir'i görmedim diye utanıp sıkılmayacağım için mutluyum!
Yazıma son verirken, kentle ilgili genel izlenimlerimi sizlerle paylaşmak isterim. Hiçbir yazımda siyasi yorum yapmadım yapmayacağım. Bu sözlerimin de siyasi anlaşılmasını istemem. Fakat İzmir gerçekten kötü yönetiliyor. Bunun siyasi partilerle bir ilgisi olmadığının pek çok örneği var Türkiye'de. Bu bir vizyon ve anlayış meselesi. İzmir'in ne yazık ki vizyonu ve ufku dar insanlarca yönetilmiş olduğu belli oluyor. Kemeraltı'nın o içler acısı hâli, Kordon'daki onar katlı beton yığını apartmanlar, körfezin kahve/yeşile dönmüş suyu, kir ve çöp içindeki caddeler, bakımsız kaldırımlar İzmir'e yakışmıyor. İzmir kesinlikle daha iyiyi hak ediyor.
İzmir tüm bu olumsuzluklara karşın hâlâ çok güzel. Düşünüyorum da, eğer gerçek İzmir 1922'de o melun yangınla yok olmasaydı bugün nasıl olurdu...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder