Drop Down MenusCSS Drop Down MenuPure CSS Dropdown Menu

8 Ocak 2015 Perşembe

Buenos Aires

Tango'nun doğduğu topraklara yolculuk başlıyor!
Buenos Aires yolculuğu benim için hiç hesapta olmayan bir serüvendi. Büyük bir şans eseri, bana armağan olarak verilen bu gezi, hiç kuşkusuz hayatımın en ilginç deneyimlerinden biri oldu. Arjantin gezimin kısa öyküsünü ve gezi boyunca yaşadıklarımı izninizle anlatmaya başlıyorum!

Kazık kadar adam olmuş ama takımım Fenerbahçe’nin hiçbir maçını stadyumda canlı izlememiştim. Ülkede Passolig Kart uygulaması başlayınca, işler gözüme daha da bir karmaşık görünmüş; bu saatten sonra hayatta izleyemem diye düşünüp hayıflanmıştım. Sonra bir gün öğrendim ki Passolig Kart çıkartmak hiç de o kadar güç değil. Başvurumu yaptım; kısa sürede kartım çıktı ve elime ulaştı. Ben, maç olsa da gidip Kadıköy’de izlesem diye beklerken bir sabah telefonum çaldı. Ahizenin diğer ucundaki ses, “Passolig Kart çıkaran 500 bininci kişi oldunuz, haydi sizi teknik direktör Hikmet Karaman ile birlikte gezmeye ve maç izlemeye Arjantin’e götürüyoruz” diyordu.

İnanmayıp, bir hayli mesafeli konuşmuş; ardından da Passolig müşteri hizmetlerini arayıp “demin beni aradılar, böyle böyle dediler, siz beni mi kandırıyorsunuz” diye ciddi ciddi çıkışmıştım. İnanmakta hâlâ güçlük çeksem de, hepsi gerçekti ve kısa bir süre içinde e-posta kutuma adıma yapılan otel ve uçak bileti rezervasyonları düşecekti!

İşyerimden izin almak düşündüğümden de kolay oldu. Haberi duyan müdürüm, önce bir kahkaha attı, sonra da dört gözle beklediğim “olur”u verdi. Şimdi artık sıra, Aralık ayının İstanbul’unda, yazın en sıcak günlerini yaşayan Buenos Aires için bavul hazırlamaktaydı.

Menzile doğru 18 saatlik uçuş


THY'nin Säo Paolo uğramalı Buenos Aires uçağı
Mayolu, plaj terlikli, şortlu, bol tişörtlü bir valizi son gecede hazırlayıp heyecan içinde yatağa girdim. Sabah Türk Hava Yolları’nın São Paolo uğramalı Buenos Aires uçağına binmek üzere, evimin yanıbaşındaki Atatürk Havalimanı’na doğru yola çıktım.

Buenos Aires uçuşu ilk uzun yol deneyimim olacaktı. İlk kez bu denli batıya uçacak, ilk kez güney yarımküreye inecek, ilk kez Avrupa dışında bir ülkede bulunacaktım. İstanbul’dan 09.30’da kalkması gereken uçağımız hoşgörülebilir bir rötarla havalandı ve durmaksızın São Paolo’ya dek gitti. Akdeniz üstlerine kadar her yer yoğun bulutlarla kaplı olsa da, Afrika kıtasının üstlerine gelince bulutlar dağıldı ve Sahra Çölü üzerindeki birkaç saatlik yolculuğumuz başladı. Çöl manzaraları gerçekten büyüleyiciydi.

Säo Paolo’da inenler indi. Yakıt ikmali, malzeme temini ve uçak temizliği yapıldıktan sonra uçağa yeni yolcular alındı. Normalde Türk Hava Yolları’nın seferi Säo Paolo’da son buluyormuş. Ancak Säo Paolo – Buenos Aires arasındaki seferlerin yetersiz kalmasından dolayı Türk Hava Yolları’na yolcu taşımacılığı yapması için teklif sunmuşlar ve bizimkiler de kabul etmiş. Bilen bilir, havacılık kurallarına göre Türkiye merkezli bir havayolu şirketi, iki yabancı ülke arasında yolcu taşıyamaz; bizimkilere torpil yapmışlar. Neyse, ayrıntıda boğulmayalım, akabinde biz Säo Paolo’dan aldığımız yeni yolcularla, bir başka rötar daha yaparak Buenos Aires’e devam etmek için yeniden havalandık. Uçakta, rötarları saymazsak Säo Paolo’daki bekleme de dâhil olmak üzere bilfiil yaklaşık 18 saat geçiriliyor. Buenos Aires’e indiğimizde saat 23.30’u geçiyordu. Türkiye’yle Arjantin arasında 5 saatlik zaman farkı var. O saatlerde Türkiye’de neredeyse sabah oluyordu.

Öncelikle şunu söylemek gerekir ki, Buenos Aires her ne kadar çok büyük bir şehir olsa da gezilecek, görülecek çok fazla şey yok. Buraya kadar gitmişken, çevredeki diğer ilgi çekici alanlara vakit ayırmak çok iyi bir fikir olur. Buenos Aires’te görülmesi gereken yerleri uzun uzadıya anlatmayacağım. İnternette kısa bir araştırmayla bir sürü liste bulabilirsiniz. Ben bu yazıda daha ziyade şehrin ilginç bulduğum yönlerine değinmek istiyorum. Bunları bilerek gezdiğinizde, inanın daha iyi keşfedeceksiniz Buenos Aires’i.

Buenos Aires yolları taştan…


9 Temmuz Bulvarı ve Dikilitaş (El Obelisco)
Buenos Aires’in ana aksını, dünyanın en geniş caddesi olan 9 Temmuz Bulvarı (Avenida 9 de Julio) oluşturuyor. 140 metre genişliğindeki caddede kaç şerit olduğunu sayamadım bile! Öylesine geniş bir yol ki, karşıdan karşıya geçmeye bir trafik ışığının süresi yetmiyor. Bulvarın odak noktasında Buenos Aires şehrinin 400. kuruluş yıldönümü anısına inşa edilen dikilitaş (El Obelisco) bulunuyor. Bugün bu anıt, Buenos Aires’in simgesi olmuş desek yanlış olmaz. Önünde bir fotoğraf şart!

Yine şehrin en işlek yollarından olan Corrientes, Lavalle, Mayo, Santa Fe ve Cordóba caddeleri, bu bulvara bağlanıyor. Yüzlerce mağaza, kafe ve restoran arasında bir gününüzü yalnızca caddelerde yürümeye ayırabilirsiniz. Şehrin özellikle eski semtleri, Avrupa kentlerini aratmıyor mimari bakımdan.

Caddeler, kent kurulduğundan bu yana bir plan doğrultusunda inşa edilmiş. Tüm yol ağı, ızgara biçimli, birbirini dik kesen caddelerden oluşuyor. Caddelerde hafifçe bir dönemeç, en ufak bir kıvrılma bile yok. Caddeler öylesine uzun ki, kapı numaraları 7000-8000’lere ulaşıyor. Bilmemne Caddesi 8145 numarada oturmak! Kulağa ne garip geliyor. Türkiye’de 2000’i aşan cadde var mıdır bilmiyorum!

Bir diğer ilginç nokta da, Buenos Aires’in idarî yapısıyla ilgili. Federal şehir olarak adlandırılan Buenos Aires, hiçbir ile ya da bölgeye ait değil. Özerk bir yönetim yapısı var. “La ciudad de todos los Argentinos” yani “Tüm Arjantintilerin Kenti” yazısı şehrin her yerine kazınmış. Üstüne basarak Buenos Aires’in tüm Arjantin halkına ait olduğunu belirtiyorlar. Artık şehir efsanesi midir, gerçek midir bilmem, bu yüzden Buenos Aires’te belediye olayı da yokmuş. Mesela belediye ya da devlet kaldırım yapmazmış Buenos Aires’te. Her bina kendi önüne kaldırım taşı döşermiş. Bu yüzden kaldırımlar yamalı bohça gibi. Çok bozuk ve çok bakımsız. Yağmurlu havada bastığınız taşın vıcık vıcık su ve çamur fışkırtması olası. Yürürken yerinden oynamış bir taşa takılıp düşmemeye dikkat edin. Ha bir de kaldırımlar üzerindeki köpek dışkıları… Buenos Airesliler köpekleri çok seviyor ama anlaşılan dışkıları toplamak gibi bir âdetleri yok.

Buenos Airesi’in Ak Saray’ı ve Aksaray’ı


Arjantinlilerin Ak Saray'ı. Casa Rosada (Pembe Ev)
Casa Rosada (Pembe Ev) dedikleri Hükûmet Binası ve çevresi gerçekten görülmeye değer bir semt. Burası Arjantin’in “Beyaz Saray”ı oluyor. Pel öyle görkemli ve büyük değil. Arjantinliler mütevazı davranmışlar diyebilirim. Plaza de Mayo (Mayıs Meydanı) dedikleri alan, Arjantin halkı için simgesel bir önem taşıyor. Bizim için Taksim’de gösteri yapmak neyse, onlar için de Plaza de Mayo’yu doldurmak aynı şey. Bu semt böyle lüks görünmesine karşın akşam olunca dokusu tamamen değişiyor. Yerlere seyyar sergiler kuruluyor ve etraf bir pazaryerine dönüyor. Sabah Nişantaşı havasını taşıyan semt, akşam Mahmutpaşa, Tahtakale, Aksaray’a dönüşüyor! Elişi ürünlerden tutun da, hazır giyime kadar çok çeşitli ürünleri burada uygun fiyata satın alabilirsiniz.

Şehrin bir diğer canlı noktası da Palermo. Alçak katlı evleri, yıllanmış ulu çınar ağaçlarıyla süslü caddeleri ve birbirinden şirin kafeleriyle bu semt, Buenos Aireslilerin eğlence ve sosyalleşme alanı diyebiliriz. Özellikle Cuma ve Cumartesileri semt cıvıl cıvıl ve eğlence sabahın ilk ışıklarına değin sürüyor. Palermo’ya uğramadan Buenos Aires’ten dönmek olmaz! Palermo semtindeki bitpazarı ve San Telmo semtindeki açıkhava pazarında bulamayacağınız şey yok. Özellikle San Telmo pazarı ve çevresi çok hareketli bir yer. Buenos Aires’e gelen turistlerin uğramadan ayrılmadığı yerlerden.

Et memleketinde karın doyurmak


Açıkbüfe et restoranlarına mutlaka uğrayın!
Puerto Madero denen eski liman bölgesi de şehrin bir diğer odak noktası. Eski liman sahasını ve antrepoları onarıp yeniden kullanıma kazandırmışlar. Şimdi bölge kafe ve restoranlarıyla bambaşka bir çehreye bürünmüş. Karşı kıyıdaki gökdelenler ise Arjantin iş dünyasının kalbinin attığı yerler. Bu semt, merkeze görece biraz uzak kalıyor. Fakat özelikle Puerto Madero’yu gökdelenlerin olduğu lüks bölgeye bağlayan tüm köprü, cadde ve sokakların başında birer-ikişer polis bulunuyor. Şehrin en güvenli bölgelerinden biri diyebilirim. Bu bölgede bir et restoranında karın doyurup, güzel bir dondurma yemeden dönmek olmaz!

Yiyeceklerden söz açılmışken, Arjantin mutfağına değinmemek olmaz. Arjantin mutfağının belirgin bir özelliği ya da yemeği olduğunu duymadım ve gözlemlemedim. Ancak eti çok sevdikleri ve bolca tükettikleri aşikâr. Her yer et restoranı dolu ve et inanılmaz ucuz. Hâliyle porsiyonlar kocaman. Menülerde genelde alacağınız etin kaç gram olacağı yazıyor. 500 gramlık et bulunan bir porsiyonu çok görüp de biriyle bölüşmeye, ortak almaya kalkmayın sakın! İnsan yemeye doyamıyor…

Arjantin’de şaşırtıcı olarak zeytinler de çok leziz. Etin yanında çoğu yerde, çeşit çeşit peynirler, kocaman kocaman kalamata benzeri zeytinler ve acılı ezmeye benzer bir sos da servis ediyorlar. Soğan ve roka istemekten de çekinmeyin. Etin yanında onlar severek yiyor. Domuz eti pek yaygın değil. Genelde sığır ve keçi yiyorlar. Siz de benim gibi domuz eti yemiyorsanız, yine de sorup doğrulamakta yarar var. Neredeyse tüm restoranlarda domuz ve sığır etleri aynı ızgara üzerinde pişiyor. Bunu sorun eden biriyseniz şimdiden haberdar olun.

Ben şarap sevmem de, içmem de; ancak Arjantin bağcılık ve şarapçılık konusunda da çok ileri bir ülke. Eğer içiyorsanız Mendoza ve Malbec şaraplarını ısrarla isteyiniz. Tatlı olarak “dulce de leche” ile Roma dondurmalarına taş çıkartan Buenos Aires dondurmalarını deneyebilirsiniz.

Futbolla yaşayan bir şehir


Maç vaktinden önce tribünleri dolduran Boca Juniors taraftarları
Futbol, Arjantin kültüründe çok önemli bir yere sahip. İnsanlar futbol için yaşıyor desem abartmış olmam. Futbol fanatizmini oldum olası anlamam ve hiç tasvip etmem ama Arjantin’deki fanatizm alışılmıştan çok farklıydı. Bir kere, futbol erkeklerin tekelinde değil bu ülkede. Kadın, çocuk ve yaşlılar da eşit oranda futbol delisi. Buenos Aires’te geçirdiğim 5 gün boyunca 3 maç izleme fırsatım oldu. İlk maçım, Buenos Aires’in köklü takımlarından Banfield-Rosario Central karşılaşması oldu. İkinci ve en coşkulu karşılaşma ise belki de Arjantin’in en büyüğü olan sarı-lacivertli Boca Juniors ile Gimnasia La Plata arasındaydı. Boca’nın efsanevi stadı La Bonbonera’da oynanan maç, yaşamım boyunca unutamayacağım bir anı oldu benim için. Bu fırsatı bana sunan Passolig’e bir kez de bu yazı aracılığıyla teşekkür etmek istiyorum.

Size önerim, Buenos Aires'e giderseniz River Plate, Boca Juniors, Independiente, Racing, Gimnasia gibi büyük takımların maçlarına gitmeniz ve bu coşkuyu paylaşmanız. Maçlar genelde güvenli. Holiganlar genelde kale arkasında toplanıyor. Yan tribünlerde çocuklu ailelerle sıkıntısızca maç izleyebilirsiniz. Taraftarlık ve takıma bağlılık öyle güçlü ki bu ülkede, maç öncesi ve sonrası çıkan olaylarda ölüm ve yaralanmaların sayısı artınca maçların yalnızca evsahibi takımın taraftarıyla oynanmasına karar verilmiş. Konuk takımların taraftarları hiçbir şekilde stada alınmıyor.

Futbolun yanısıra başka bağlılıkları da var Arjantin halkının. Öncelikle çok dindarlar. Malûm, Papa Francis de Arjantinli. Bu nedenle daha da bir hissediliyor dinlerine bağlılıkları. Katoliklerin ruhanî önderinin kendi halklarından olması onlar için bir övünç kaynağı. Her yerde Papa Francis resimler, heykelleri, çıkartmaları var. Bizde nasıl araçlara cevşen, nazarboncuğu, Kâbe anahtarlığı takılırsa; onlar da haç, Hz. Meryem’in eli (Bizde Fatıma’nın eli) ve dua çıkartmaları asıyorlar, yapıştırıyorlar. Bindiğimiz tüm taksilerde takımlarının armasıyla birlikte, bunlar gibi bir dinî figür dikiz aynasını süslüyordu.

Taksilerin dayanılmaz ucuzluğu


Buenos Aires'in en konforlu otobüsleri
Buenos Aires’te ulaşım öyle kolay ki… Üstelik çok da ucuz. Öncelikle havalimanından şehre ulaşmaktan bahsedelim. 8 numaralı otobüsü kullanarak şehir merkezine gitmek bir seçenek. Fakat çok dolanıyor; yolculuk 2 saati aşıyor. Zamanınız çok, paranız yoksa bunu seçebilirsiniz.

Taksi ise yaklaşık 45-50 dolar tutuyor. Arjantin’in resmî para birimi olan peso’nun da simgesi “$” bu nedenle fiyatları görünce dudağınız uçuklamasın. Ezeiza’dan kent merkezine standart taksi tarifesi 400$a (pezo). Bunun dolar karşılığı 45-50 arasında oynuyor.

Şehir içinde taksi kullanmak daha da hesaplı. Kilometresi 1,5 TL’ye geliyor hemen hemen. Taksilerde de garip uygulamalar var. Örneğin sürücünün yanındaki koltuk daima kapalı oluyor. Sürücü koltuğu öne eğik konuma getiriyor ve buraya yolcu almıyor. 3 kişiden fazlaysanız taksiye binemeyebilirsiniz. Genelde sürücü tipinize bakıyor, güvenilir bulursa ön koltuğu açarak sizi yanına alabiliyor. Böyle durumlarda hanımları öne oturtmakta yarar var.

Taksilerde gece tarifesi uygulanıyor. Bazı taksiciler taksimetreyi açmayı unutabiliyor. Sorun yaşamamak için anımsatmanızda yarar var. Taksicilerin turistleri kazıklamaya eğilimli olduklarını duymuştum ama bizim başımıza kötü bir şey gelmedi. Aksine çok tatlı sürücülerle karşılaştık. İnişte “ticket” dedikleri faturadan isteyebilirsiniz.

Toplu taşıma araçları genelde çok çok eski. Dökülüyor diyebilirim. O güzel caddelerde en az 25 yaşında otobüsler dolaşıyor. Arjantin'in bir an önce belini doğrultup otobüslere el atması gerek. Unutmadan söyleyeyim, Buenos Aires'te toplu taşıma 24 saat kesintisiz sürüyor. Tüm otobüsler gece-gündüz çalışıyor. Şehrin nüfusunun yüksekliğinden dolayı özellikle iş çıkış saatlerinde trafik keşmekeşi yaşanıyor. Trafiğe takılmamak için "Metrobus" dedikleri -evet bizimkiyle birebir aynı sistem- ayrılmış yoldan giden otobüsleri tercih edebilirsiniz.

Arjantin’de para pul işleri


90 ABD dolara karşılık verilen Arjantin pezoları
Arjantin pezosu için söylenebilecek ilk şey değerinin çok değişken olması. Ülke ekonomisi sallantıda olduğundan, kurlar son derece oynak. Ülkede resmî v e gayriresmî olmak üzere iki farklı kur bulunuyor. Resmî kur 1 dolara 8 pezo iken, gayriresmî kurdan paranızı 12-13 pezoya bozdurabiliyorsunuz. Havalimanlarından ya da fatura karşılığı döviz bürolarından para bozdurmayı yeğlerseniz bu düşük kurdan hesaplanacak ve zarar edeceksiniz. Gayriresmî kur fırsatından yararlanmak içinse biraz cesarete ihtiyacınız var.

Öncelikle şehrin anacaddelerinde sürekli “cambio, cambio” diye bağırarak müşteri çekmeye çalışan çığırtkanları göreceksiniz. Polis de bunlara göz yumuyor. Paranızı burada yüksek kurdan bozdurabilirsiniz. Ancak zaman zaman sahte para vererek turistleri dolandırdıkları oluyormuş. Genelde Arjantin banknotları oldukça yıpranmış oluyor. Yeni banknot verirlerse kuşkulanmanızda yarar var. Her olasılığa karşı, paranızı yüklü meblağlarda değil, daha ufak miktarlarda bozdurursanız daha iyi olabilir. Zaten paralar çok değersiz ve 100 dolar bozdurduğunuzda bile bir tomar banknotunuz oluyor. Fiyatlar aşağı yukarı Türkiye ayarında. Alışveriş yapmak için pek ideal sayılmaz. Özellikle giyim ürünleri tümüyle dışarıdan ithal edildiği için çok pahalı.

Arjantin’in başkenti mi, suçun başkenti mi?


Buenos Aires’e giderken İnternet sitesindeki yorumlara göz atınca dehşete düşmüştüm. Yazılanlara bakacak olursak, şehirde güvenlik denen bir şey yoktu. Hırsızlık, gasp, kapkaç ve yankesicilik almış yürümüştü. Sokaklarda cep telefonuyla dolaşmamalı, paramızı boynumuza astığımız bir çantada taşımalıydık.

Gece vakti, havalimanından şehir merkezine giderken her köşe başında üniformalı polisler görüyorduk. Bir an söylenenlerin doğru olduğuna inandım. Bunun etkisiyle gezimin ilk üç günü telefonumu cebimden bile çıkarmadım; paramı bir gömü gibi gizledim.

Bu tür evsizlere her köşebaşında rastlanıyor
Gezimin sonunda şunu söyleyebilirim ki, suç var fakat abartıldığı gibi değil. Benim kadar paranoyak olmaya gerek yok. Sokakta akıllı telefonla konuşabilirsiniz. Fotoğraf çekebilirsiniz. Tehlike daha ziyade kenar ve yoksul semtlerde. Ki oralarda turistik bir şey olmadığından sizin de yolunuz pek düşmeyecektir. Gezimiz süresince tanıştığımız Türkiye göçmeni Suzan Hanım, böyle silahlı bir soygun yaşamış. Çantasını soyguncuların önüne atıp kaçarak kurtulmuş. Neyse ki telefonu ve cüzdanı ceplerindeymiş de, haramîler içi değersiz şeylerle dolu çantayla ilgilenirken o canını da malını da kurtaracak vakti bulmuş!

Arjantin deyince akla ilk ne gelir? Başta söylenecek şeyi sonda anlatıyorum belki ama; tabii ki tango gelir. Tango kültürü bu şehrin her yerine sinmiş. Her yerde tango salonları olduğu gibi, bazı semtlerde her meydanda, her köşe başında tango gösterisi yapan çiftler var. Biz bir gece, 9 Temmuz Bulvarı üzerinde, Teatro Colón’un yakınındaki Tango Porteno adlı bir mekânda sergilenen yemekli gösteriye gittik. Anayemeği et olan muhteşem bir akşam yemeğinden sonra şehrin en ünlü ve en iyi tangocuları sahneye çıktı. Gösteriden öylesine büyülendim ki, fotoğraf çekip, dansları kayda almak bile aklıma gelmedi! Size tavsiyem, sahne dekorları ve ışık oyunlarıyla desteklenen böyle bir gösteri izlemeden Buenos Aires’ten ayrılmayın.

Buenos Aires gözlemleri


Buenos Aires caddeleri
Buenos Aires’e uçakla yaklaştığınız andan başlayarak, şehir sizi kendine hayran bırakmaya başlıyor. Önce şehrin düzlüğüne şaşırıyorsunuz. Bir şehir nasıl bu kadar engebesiz olabilir? İkincisi ise şehrin geceleyin ışıl ışıl olması. Malum, Türkiye Avrupa ülkeleri içinde en karanlık, en az ışıklı şehirlere sahip. Işıklandırılma yoğunluğu, kitaplarda yazmasa da bir şehrin gelişmişlik göstergelerinden biri aslında. Gökyüzünden bakıldığında Buenos Aires’in bu kadar aydınlık olması, onu bu konuda üst sıralara taşıyor.

Işıklar, Buenos Aires’in eski ışıltılı günlerinin yalnızca bir kalıntısı aslında. Buenos Aires vakt-i zamanında Güney Amerika’nın Paris’i diye anılırmış. Yukarıda da dediğim gibi caddeleri, mimarisi bu yakıştırmayı doğrular nitelikte. 2000’li yıllarda yaşadıkları ağır ekonomik çöküntü ülkenin her yerinde olduğu gibi Buenos Aires’te de hissediliyor. Görkemli binalar ve geniş caddeler; yollardaki eski model arabalarla bir tezat oluşturuyor. Her köşe başında bir evsiz dilenirken ya da şarap şişesinden demlenirken göze çarpıyor. İnsanların giyimleri, kullandıkları telefonlar oldukça mütevazı. Gün içinde Paris’in bir semtini andıran sokaklar akşamüstü kaçak seyyar sergi ve tezgâhlarla doluyor. Bizimle gezimiz boyunca ilgilenen; 70’li yıllarda Türkiye’den Arjantin’e göç eden dostlarımız, o yıllarda tavuk yiyene yoksul derdik diyor.

Şu gördüğünüz ağaçlar topluluğu değil; tek bir ağaç.
Buenos Aires, İspanyolcada “Güzel Hava” demek. Şehrin havasını çok iyi bulan İspanyollar takmış bu adı. Ben İstanbul’un havasına benzettim. Güneşinin yakıcılığı aynı gibiydi. Denize girmek umuduyla yanımda mayomu götürdüysem de, Buenos Aires’te denize girmek mümkün değil. Liman kenti olduğu için; liman denizin canına okumuş. Akarsuların taşıdığı balçık da denizi epeyce bulandırıyor.

Şehrin dümdüz bir ova üzerine kurulduğundan daha önce bahsetmiştim. Buenos Aires'te devasa diyebileceğim düzlüklere yayılmış çok sayıda park da bulunuyor. Başından beri planlı bir biçimde büyüyen kentteki parkların büyüklüğünü ve içindeki ağaçları gördüğünüzde dehşete kapılıyorsunuz. Elinizi sallasanız 200-300 yıllık bir ağaca çarpıyorsunuz.

Ülkede kumar yasal ve şehirde kumarhane bulunuyor. Oynamasanız bile gidip içerinin atmosferini görebilirsiniz. Giriş ücretsiz. Cuma ve cumartesi geceleri bizde olduğu gibi şehrin en canlı olduğu günler. Gece yaşamına düşkünseniz özellikle Palermo bölgesindeki mekânlara gidebilirsiniz. Mekânlar akşam 9’dan sonra dolmaya başlıyor ve eğlence sabahın ilk ışıklarına dek sürüyor. Çok az ve yavaş içiyorlar. Hiçbir rezalete tanık olmadım. Dikkat ettiğim bir başka şey de, sigara kullanan çok az insan görmemdi. Yolda sigara içen kimse görmedim desem abartmış olmam. Buna karşılık, kapalı alanlarda sigara içmek kısmen serbest. Çoğu restoranda ve kumarhanede insanlar püfür püfür sigaralarını tüttürüyordu.

Jet-lag ile başa çıkmak


Uyumamız gerektiği için uçağın içi karartılsa da insan uyuyamıyor
ve jet-lag başlıyor!
Buenos Aires'e giderken batı yönüne doğru uçtuğumuz için jetlag olayını yaşamıyorsunuz. İstanbul'dan 9 sularında kalkan uçak oraya indiğinde Türkiye'de saat 4 oluyor. Uçakta uyumamanızı öneririm.Yalnızca biraz uykusuz kalmış oluyorsunuz. Otelinize gidip hemen yatarsanız dengeniz ve düzeniniz şaşmadan ertesi güne dinç bir biçimde başlayabilirsiniz.
Ammaaa, dönüş süreci oldukça sıkıntılı olacak. Buenos Aires'ten gece saatlerinde kalkan uçağımız İstanbul'a yine gece varacak. Gün boyu ayakta olduğunuz için uçakta 18 saat boyunca uykuya direnmeniz çok güç olacak. Uyursanız yandınız. İstanbul'a gelince yine uyumanız gerekecek fakat siz uçakta uykunuzu almış olduğunuzdan dolayı gözünüze uyku girmeyecek. Sabahın ilk ışıklarına dek gözleriniz faltaşı gibi açık biçimde yatağın içinde döneceksiniz. Bu dengesizlik ve düzensizlik ben de 2 gün boyunca sürdü. Fakat değdi mi diye sorarsanız yanıtım şu: KESİNLİKLE! 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder